10 Aralık 2017 Pazar

Mutluyum...


Kaç gün oldu saymadım; kuluçkadayım. Bugün "artık yeter!" nidalarıyla attım kendimi sokağa. Salzburg'un yolları taştan da İstanbul'unkiler çamurdan mı? Buraları da arşınlarız icabında diyerekten ver elini Üsküdar.

Arabamı her zamanki yere park ediyorum ve Marmaray'a doğru yürüyorum. Karşıdan bana doğru gelenlerle yanımdan geçip gidenlere bakıyorum. 6-7 genç kız, çoğu türbanlı bir iki tanesi açık ama hepsi makyajlı, kikirdeşerek selfi çekiyorlar; bir iki çift el ele, bir kadın kulağında kulaklıklar görüntülü konuşma yaparak yürüyor, adamın teki ise tam yanımdan geçerken ana avrat telefondakine küfrediyor. İniyorum yürüyen merdivenlerden, basıyorum akbili, perona varıyorum. Metro meydanda yok. Evden çıkarken taşısam mı taşımasam mı hesapları yaptığım 750 sayfalık kitabımı çıkarıyorum ve oracıkta okumaya başlıyorum.


Kitap yapısı gereği çok ilginç. Yazar iki tür okuma öneriyor: Birincisi 56.cı bölüm sonuna kadar düz okuma -ki, bu tür okuma yapacak okuru "sıradan okur" olarak nitelendiriyor-; ikincisi ise onun belirttiği sıra ile bölümden bölüme sekerek okuma -bu tür okura da "iddialı okur" diyor-. Epey düşündükten sonra iddialı okuma yapmaya karar veriyorum ve okumaya yetmiş üçüncü bölümden başlıyorum. Arada metro geliyor. Oturacak yer yok. Ayakta okumaya devam ediyorum. Birkaç satırın altını çiziyorum. Ve Yenikapı'da iniyorum, metroya biniyorum. Uzatmayayım. Şişhane durağının İstiklal çıkışına doğru yürürken bir sergi görüyorum ve kitabı çantaya geri koyuyorum. Uluslararası bir karikatür sergisi: Konu "Bağımlılık". Eskiden bağımlılık deyince akla uyuşturucu filan gelirdi. Zaman değişti. En fazla karikatürün telefon bağımlılığı üzerine olduğunu ilgi ile keşfediyorum. En beğendiğim üç karikatürün fotoğrafını çekiyorum.






Birinci karikatürü çok sevdiğim arkadaşlarım Marco, Çağrı ve Sacit Bey'den dolayı daha da anlamlı buluyorum (Bu yazıyı okurlarsa görseller için en yakınlarındakilerden yardım istemelerini rica ediyorum ve sevgilerimi gönderiyorum). On beş dakikalık karikatür molasından sonra çıkışa doğru yürümeye devam ediyorum. Bu çevredeki simaların nasıl da değiştiğini kendi kendime gösteriyorum. Gün ışığını görmemle birlikte kulağıma sesler geliyor. Bir grup insan toplanmış, bağırıyor. Polis ekipleri ise aportta bekliyor. Soruyorum mevzu nedir diye, maç var diyor. Hayret diyorum, yürüyorum. Az ilerde Narmanlı Han'ı görüyorum, bağıranları unutuyorum. Ne güzel görünüyor -tertemiz- diyorum. Aklıma üniversitede bir proje için oraya gittiğim günler geliyor: o esnaflar, o gri görüntü, o eski kokusu... Önünden geçiyorum. Avludaki fıskiye çalışıyor, ama henüz inşaat bitmemiş. İçime bir damla hüzün düşüyor. Bir şeyler yiyorum ve yola devam ediyorum.  İleride dumanlar görüyorum, yolumu değiştiriyorum ve Asmalı Mescit'e sapıyorum. Sağımdaki solumdaki dükkanlara bakıyorum. Biraz ileride Yakup 2, onun karşısında kayınpederin eski dükkanının olduğu han. Az daha gidiyorum. Babamın muhasebe yaptığı yıllarda muhasebesini tuttuğu bakkal. Sahibi çoktan değişmiştir herhalde diyorum. Ve sağa sapıyorum. Karşıma yine bağıranlar çıkıyor. Anlıyorum mevzuyu: Trabzonsporlular Filistin bayrağı taşıyorlar. Yoluma devam ediyorum. Gittiğim yer Pera Müzesi. Filme giriyorum. Beden ve Ruh üzerine Orta Avrupa Filmleri kapsamında 74 dakikalık Papatyalar adlı film sembolizmin dibine vurmuş absürd görüntü ve sesler ihtiva eden yeni nesil sanat filmlerinden. Pişman değilim. Zihnimi açıyor. Klişelere saplanıp kalmamamı sağlıyor.

Biter bitmez fırlıyorum. Doğru Salt Galata'ya. Bu defa Okçu Musa'dan geçiyorum ve çocukluğumu hatırlıyorum. Babamın muhasebe yaptığı yıllarda onunla işe gitmeye bayılırdım. Hele o öğlen yiyeceğim ekmek arası kokoreç... Efsaneydi! O yıllardan iki isim hatırlıyorum: Biri Nina, diğeri Nino. Komik! İkisinin de yüzleri aklımda. Tatlı insanlardı. Kim bilir şimdilerde ne yapıyorlar?! Ve Burla'nın önünden geçiyorum. Oranın adını ise annemden çok duyardım: Meri'nin çalıştığı yer! Tüm tanıdıklara içimden selam çakıp Salt Galata'ya varıyorum. Konu tam benlik. Mimarlık + Fotoğraf.

http://saltonline.org/tr/1734/atolye-yasayan-mekan-yasanan-mekan?home

Saat iki buçuktan akşam yediye kadar üç oturuma katılıyorum. Her biri ayrı güzel. Ama en güzeli İkramiye Konutları. Başkent Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü Öğretim Üyesi Uğur Şumnu'yu yaptığı çalışmalardan dolayı gönülden kutluyorum. Ve o çalışmaları buraya kaydediyorum.

http://sivilmimaribellekankara.com/
http://usumnu.wixsite.com/ikramiye

Son oturumda da Mardin'e dair bir şeyler öğreniyorum ve bugünü kumbarama doldurduğum pırıl pırıl bilgilerle kapatıyorum. Mutluyum.

1 yorum:

ozlemdincer dedi ki...

ne güzel bir gün geçirmişsin Saracım canlı canlı gezerken bir taraftan da gördüklerini yazıyorsun diye düşünüyorum o kadar canlılar ki devam et kalemine sağlık...