8 Aralık 2023 Cuma

Zeytin



Hayatımın ilk elli yılında siyah zeytini de, yeşil zeytini de çarşı pazardan alınan bir şey olarak bildim. Elbette zeytin ağacından haberdardım, neye benzediğini gayet iyi biliyordum. Fakat 2020 yılına kadar ne bir zeytinliğe girmişliğim vardı, ne de zeytin dalından nasıl toplanır - nasıl salamura yapılır - hangi işlemlerden geçer haberim vardı. Hele zeytinyağı! Sanki yalnız İtalya’da varmış da buradakiler uydurukmuş gibi gelirdi. Bugüne kadar çok zeytinler tattım. Kimini çok sevdim, kimini biraz acı kimini yumuşak ya da kalın derili buldum. Ama zeytinin yolculuğuna şahit olmaya başladığımdan beridir her bir zeytin ağacına, hatta her bir zeytin tanesine bize sunduğu şahane deneyimler için şükran duyuyorum. 

Her şey o ağacın tepesine çıkmamla başladı... 

Çocukluğumdan beri ağaçlara çıkmayı çok sevmişimdir. Bizim yazlığın arka bahçesinde incirin tepesindeki maceralarımı sık sık hatırlarım. O incir bizim üzerine oturmamıza izin verirdi. Şekli tam çocuklara göreydi. Tırmanıp birinci katın balkonuna kadar çıkar, oradan boyumuzun yettiği incirleri yerdik. Tabi incirler olgunlaşana kadar kim bilir kaç ham incir yemişizdir?! 

Bu defa başka bir yazlığın arka bahçesinde bulunan zeytin ağacının tepesiydi söz konusu olan. İzmir’de sevdiceğimin annesinin yazlığında üzerimde kırmızı eşofman, elimde kova ağaca dayalı oynak merdivene çıkıp zeytin topladım 2020 yılının sonbaharında. Topladıklarım yeşildi. O sıralar zeytine dair hiçbir şey bilmiyordum. Çekiçte olacakmış onlar: Ne demekse?! Meğer zeytin daldan toplanınca acı bir şeymiş. Tatlandırılması gerekmiş. O gün topladıklarımızı şişenin dibiyle kırdık. Takip eden günlerde sularını değiştire değiştire tatlandırdık. Yeterince tatlandığına kanaat getirince üzerine biraz kaya tuzu ilave ettik. Bu aşamaları izlerken, ben henüz daha zeytinin çooook uzağındaydım. Bir yabancıydım. Dalda kalanların daha kararacaklarından habersizdim. Yeşil zeytinin ağacı başka, siyah zeytininki başka sanıyordum. Yağlık zeytin, sofralık zeytin mefhumu ise yanımdan bile geçmiyordu.

Yazlığın arkasındaki üç ağaçla başlayan zeytin serüvenim zeytinlikteki bilmemkaç ağaç destanına doğru evrilmeye yine o yıl başladı. Günler geçtikçe zeytinler olgunlaştı, karardı. Tozlu sandıklarım en güzelleriymiş meğer. En saf, en temiz, en tadına doyulmayacak olanlar o tozlu olanlarmış. Zamanla öğrendim. İçine kurt düştü müydü kaybediyorlar saflıklarını. Tıpkı insan gibi. O içimizi kemiren, zihnimizi lekeleyen, bizi geceleri uyutmayan kurtlar zeytini de mahvediyorlarmış.

O zamandan beri gidip geliyoruz zeytinliğe. Her mevsim yapacak iş var burada. Burada diyorum çünkü şu an zeytinlikten naklen yazıyorum bu satırları. Birkaç gündür bilfiil çalışıyoruz. Yağmurların yağıp zeytinlerin şişmesini beklemiştik. Yağmurdan sonra yere düşenlerle, henüz dalda duran yağlık zeytinleri topladık. Yağ fabrikasına götürüp yağ aldık. Aynı fabrikaya bundan üç yıl önce gittiğimde büyülenmiştim. Çuval çuval zeytinler sıraya girmiş sıkılmayı bekliyorlardı. Biz de çuvallarımızı traktörle göndermiş, peşlerinden gitmiştik o zaman. İlk kez zeytin sıkım tesisi gördüğümden her aşamasını seyre dalmıştım. Ama en muhteşem şeyin beni içeride beklediğinden habersizdim. Tesisin içine girdiğimde duyduğum koku beni sarhoş etmeye yetmişti. Sanırım hayatımda duyduğum en güzel kokulardan biriydi. O kokunun sarhoşluğunu üzerimden atmadan üzerine yeni bir sarhoşluk eklendi. Uzağa gitmeden zeytinliğe geri dönüp yeni sıkılmış bulanık yağı taze ekmeğin üzerine döküp yeyince yerden havalanmış olabilirim.

Artık zeytin ağaçlarına ve zeytine başka türlü bakıyorum. Ağaçlar bazen mutlular, bazen tatsız. Olsun. Onlarla aynı dili konuşmayı her geçen gün biraz daha öğreniyorum. Sofralık zeytinleri şişelere doldurup tatlanmalarını beklemek, saldıkları siyah suların içinde kararmalarını gözlemlemek, ara ara tatlarına bakmak, gazlarını çıkarmak, onları yiyeceğimiz zamana kadar çalkalayıp durmak çok zevkli oldu benim için. Şehirli hayatından çıkıp doğanın nimetlerini görmeye başlamak beni çok dönüştürdü. Doğanın sabrını kendime adapte etmeye başladım.

Zeytinler toplandıktan sonra da yapacak çok iş var. Başta ağaçları budamak ve yeni sezona hazırlamak gerek. O işi sevdiceğim yaparken ortalıkta bir sürü dal yaprak birikiyor. Onları temizlemek benim işim. Tırmık en büyük yardımcım. Yazın kurumuş olan otlarla birlikte ortalığa saçılmış dalları toparlamak, dağılmış evi toplamak gibi bir şey. Bir başak kadını olarak temizlik yapmayı hep sevmişimdir. Sanki ruhum da temizleniyor. Ruhuma iyi gelen bu ortamın her köşesini dört mevsim keşfetmek çok zevkli.

Çok sevdiğim bu işleri yaparken ara ara karnımız da acıkıyor tabi. İşte o fasıl da ayrı bir zevk. Budanmış dal ve yapraklarla yaktığımız ateş pişireceğimiz sucuklar için bir ön hazırlık. Ateş insanı büyülüyor. İçimizdeki olası bütün negatif duyguları yakıp yok ediyor. Rahatlatıyor, ısıtıyor, dönüştürüyor.

Yine anlatacak çok şey var. Saatlerce yazmam mümkün. Fakat sanırım yaşamayı yazmaktan çok seviyorum. O yüzden bugünlük yazmaya ara verip yaşamayı seçiyorum.  Zeytinlikten selamlar...





1 yorum:

Adsız dedi ki...

Sanem’i hava alanına almaya giderken, Viktor direksiyonda, ben de bir süre için zeytinliklerde gezdim seninle. Bu güzel yolculuk için çok teşekkürler Sarika ❤️