Biyomimikri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Biyomimikri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2023 Pazartesi

NE BEKLİYORUZ?

Yazıma başlamadan önce, bu blogu daha iyi nasıl görüntüleyebilirsiniz, biraz ona bakalım. Çoğumuz cep telefonundan giriş yapıyoruz. Açılan blog görünümü beyaz. Oysa ki blogun orijinali yani web sürümü gayet renkli. Sayfayı aşağı doğru kaydırdığınızda "Web sürümünü görüntüle" ibaresine tıklarsanız orijinal görünüme ulaşabilirsiniz. İyi okumalar...

...

Yıllar önce karşılaştığım ilginç bir kavramdı “Biyomimikri “.

Yunanca hayat anlamına gelen ‘bios’ ve taklit anlamına gelen ‘mimesis’ sözcüklerinden oluşan Biyomimikri, hayatı taklit etmek anlamına geliyormuş. Daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir dünya yaratma amacıyla doğanın tasarım ve süreçlerini taklit eden bir yaklaşım diyorlar. Doğayı yaratıcı bir şekilde inceleyerek yeni ürün ve hizmetler geliştirmeye yarayan biyomimikri, günümüzde mimarlık, mühendislik, elektronik ve şehircilik gibi birçok farklı alanda uygulanıyormuş. Yapılan Biyomimetik uygulamalardan bazıları şöyleymiş:

- Dulavrat otunun dikenli yapısı, ona dokunan nesnelere kolaylıkla tutunmasını sağlar. Velcro bantları, yani nam_ı diğer cırt cırtlar, işte dulavrat otundan esinlenerek tasarlanmışlar. 

- Yarasalar, görme yetileri zayıf canlılardır. Genellikle geceleri hareket eden yarasalar, yönlerini bulmak için etrafa titreşimler yayarlar. Bu titreşimler etraftaki engellere çarparak geri döner. Yarasalar da böylelikle yönlerini belirler. Bu yöntemden esinlenerek geliştirilen radarların çalışması da aynı prensibe dayanıyormuş.

- Kabuklu bir deniz canlısı olan Nautilius, suya dalmak istediğinde bünyesinde bulunan odacıkları su ile doldurur. Yüzeye çıkmak istediğinde ise ürettiği özel bir gazla bu odacıkları doldurarak suyu dışarı atar. Nautiliusun davranışından esinlenilerek tasarlanan denizaltılar da aynı yöntemi kullanıyorlarmış. Denizaltılara yapılan dalış odalarının içine su doldurularak suya dalınır; suyun boşaltılmasında ise su motorları kullanılırmış.


Biyomimikri alanında yapılan çalışmalar çok fazla. Termitlerden esinlenilerek çöl iklimine uygun yapılar; Yalıçapkını kuşundan esinlenilerek hızlı trenler; kambur balinanın kaba yüzgeçlerinden esinlenerek rüzgar tribünleri ve daha niceleri tasarlanmıştır, tasarlanmaktadır. Bu tasarımların hayata geçirilebilmesi için hibrid çalışmalar yürütülmektedir. Zoologlar, biyologlar, fizikçiler, kimyagerler, mühendisler, mimarlar akademik ortamlarda bir araya gelerek inovatif fikirler ortaya koymaktadırlar. Her gün yepyeni ürünler geliştirilmekte; geliştirilen teknolojik ürünlerin tasarımsal anlamda yüksek verim sağlaması, sürdürülebilirlik ilkesine uyması ve evrensel değerlere sahip olması önemsenmektedir.

Buraya kadar, prensipte doğadan ilham alan, bilimin ışığında ilerleyen ve dünyada hepi topu 20-25 yıllık bir geçmişi olan Biyomimikri kavramına kısaca değindim. Esas anlatmak istediğim şey başka! Biyomimikri cebimizde dursun bakalım...

Machu Picchu, And Dağları, Perù
Fotoğraf: Sara Handeli 

And Dağlarında ve Amazon’da yaşayan kızılderili şamanlar, bin yıldır doğanın hizmetkarlığını itina ile üstlenmişler ve bilgelik öğretilerini kötüye kullanmak isteyen şarlatanlara karşı özenle muhafaza etmişler. Hastalıkları nasıl tedavi edeceklerini öğrenmişler, alışılmışın dışında sağlıklı bedenlerin yaratılmasına yardımcı olmuşlar. Başka coğrafyalarda nehirler, ormanlar, hayvanlar sömürülürken ve tüketim ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik kaynaklar olarak değerlendirilirken; yerliler doğanın dişil güçlerine sahip çıkmaya çalışmışlar. Çünkü onlar dünya ile uyum içerisinde yaşadıkça Büyük Ana’nın onlara geçimleri için yardımcı olacağına inanmışlar. 

Şamanlar bilgeliği ararlar, öğrenirler, öğretirler. Atalarından aldıkları miras onların güç ve erdem sahibi insanlar haline gelmelerine ve yeryüzü bekçileri olma  yolunda emin adımlarla ilerlemelerine yardımcı olur. Peki bu insanlar, yerliler, kızılderili şamanlar öğretilerinde nereden ilham alıyorlar? Tıpkı biyomimikri dalında olduğu gibi doğadan ve bizimle aynı gezegeni paylaşan diğer canlılardan tabi ki! Ancak aralarındaki en önemli fark şu: Biyomimikri uzmanları doğadaki neden sonuç ilişkilerini referans alıyor, yasalara ve kuramlara bağlı kalıyorlar. And Dağlarında yaşayan şamanlar ise kurallara ya da fikirlere göre yaşamıyorlar. Dünyalarını değiştirmek isterlerse yeni yasalar koymuyor ya da yeni kuramlar oluşturmuyorlar. Bunun yerine sorunu algılama biçimlerini değiştiriyorlar. Algılarını değiştirerek karşılaştıkları zorluğu bir fırsata dönüştürüyorlar. Olayları öyle bir biçimde deneyimlemeyi öğrenmişlerdir ki yaşamı artık kişisel algılamıyorlar. Olaylar sizin başınıza gelmezler; yalnızca olurlar. 

Yağmur siz ıslanasınız diye yağmaz; sadece yağar.

Algılarını değiştirirken sahip olmaları gereken güçleri ve yetenekleri temsil eden hayvanları örnek alıyorlar. Bunun için örnek aldıkları hayvanları iyi tanımaları gerekiyor: Yılan, jaguar, sinekkuşu, kartal.

Bu dört hayvanı algının dört düzeyi olarak görüyorlar. Bakalım algının dört düzeyi neymiş?!

Yılan birinci düzeydir. Her şeyin olduğu gibi görüldüğü düzey. Yılanın algısını kullanarak önümüzdeki bir nesneyi görebilir, duyabilir, koklayabilir, dokunabiliriz. Diğer bir deyişle, fiziksel varlığını duyularımızı kullanarak algılarız. Yılan düzeyinde, sorunlar da oldukları gibi görünürler. Başımız ağrıyorsa ilaç alırız. Çocuk zıplayıp duruyorsa yaramazdır. Bir tür neden sonuç ilişkisi gibi. Sorunların derinine inmeyiz. Sadece fiziksel çözümler bulmaya çalışırız. İşimizi, arabamızı değiştirmek, yeni bir iş ortağı bulmak, yeni bir eve taşınmak ya da yeni bir ilişki yaşamak...

Bu şekilde sorunların çözüleceğine inanırız. Fakat bu davranış biçimiyle ne kendi duygularımızı ne de diğerlerininkileri göremeyiz. Faturaların ödenmesi, çocukların okula götürülmesi, gündelik ev işlerinin yapılması düzeyinde bu bakış açısı gerekli olabilir. Böylece basitçe yapılması gerekeni yaparız.

Yılanın içgüdüleri ise, biz henüz bilincine varmadan bizi tehlikeye karşı uyarır. Hayatidir. Bazen bir kişi ya da yer hakkında kötü bir hisse kapılırız. Nedenini bilmeden oradan kaçarız. Çoğu zaman ise kendi içgüdülerimize güvenmek yerine tehlikelerden korunmak için silahları yığar, çitler inşa ederiz.

Bir sonraki algı düzeyi jaguardır. Bu düzeyde gerçekliğimizi zihin yorumlar. İnançlar, fikirler ve duygular zihnin üretimleri olurlar. Jaguarın içgüdüleri yılanınkinden farklıdır. Tartar, değerlendirir ve aniden saldırır. Biz de jaguarın gözünden baktığımızda yılan düzeyine kıyasla çok daha fazlasını algılayabilir, sonuç olarak da çok daha fazla çözüm üretebiliriz. Bir ağrı kesiciyle yetinmeyip altında yatan nedenleri araştırabiliriz. Ya da çocuğa yaramaz yaftası vurup cezalandırmadan önce ona koşup oynayabileceği ortamlar sağlayarak ya da beslenme ve uyku düzeninde iyileştirmeler yaparak sorunu  çözmeye çalışabiliriz.

Sinekkuşu düzeyi üçüncü düzeydir. Sinekkuşu, çok küçük olmasına rağmen her yıl Kanada’dan Brezilya’ya yaptığı göçte binlerce millik yolu kat etmektedir. Bu yolculuk boyunca yön duygusunu ve ilerleme arzusunu hiç kaybetmez. Bu yolculuk için yeterince yiyeceği ya da gücünün olup olmadığını aklının ucuna bile getirmez. Sinekkuşunun temsil ettiği alan canın kutsal yolculuğudur. İnsanın yolculuğu kutsaldır. Bu yolculukta bizimle birlikte olan hane halkı da kutsaldır. Ev dediğimiz şey başımızın üzerindeki çatıdan ibaret değildir, o bir yuvadır. Eşimiz evdeki görevleri paylaştığımız ve çocuk yetiştirmekle ilintili görev bölümü yaptığımız kişi değildir. Çıktığımız o muazzam yolculuk için seçtiğimiz yoldaşımız, yol arkadaşımızdır.

Sinekkuşu düzeyinde konuşmaların derinlerine iner ve ardındaki mesajları duyarız. Mecazlar bize farklı bakış açıları sunar. Baş ağrısı tuttuğunda, kafamda hangi düşünceler sıkışıp kaldı diye düşünebiliriz. Ya da  daha gerilere gidip belki de mutsuzlukla ilişkilendirebiliriz. Baş ağrılarına bir son vermek üzere mutsuzluğa sebep olan ortamı terk etme kararı alabiliriz. Sebep ne olursa olsun, baş  ağrılarını, ruhu tedavi ederek iyileştirebiliriz. Bizi sağlığa götürecek yolları görürüz ve şifa verici bir yolculuğa çıkarız.

Dördüncü ve son algı düzeyi ise kartalınkidir. Kartal, vadi boyunca süzülürken ağaçları, kayaları, nehri ve hatta yeryüzünün kıvrımlarını görebilir. Hatta kendinden 600 metre aşağıdaki bir fareyi de fark edebilir. Resmin tamamını ve ufacık parçalarını görebilme yeteneği, aynı zamanda ruh düzeyini temsil eder. Parça-bütün ilişkisini kurabilen birey kendini bütünden kopuk algılamaz. Bir ve bütün olduğunu gördükçe sınırlar ortadan kalkar. Madde önemini yitirir. Bir yandan sorunu görürüz, yeryüzündeki kirliliği mesela. Diğer yanda bu kirliliği oluşturan plastik atıklardan neden vazgeçmediğimizi sorgularız. Çocuğumuzu yaptığı yaramazlıklar yüzünden cezalandırmak yerine, diğer insanlara saygı duymayı öğretip öğretmediğimizi ve ona nasıl örnek olduğumuzu düşünürüz. Ancak kartal düzeyinin en üst noktalarında gerçek anlamda barışın ve güzelliğin kendisi olup diğer insanlarla aramızda bir ayrım olduğunu düşünmeyi bırakırız. 

Algının dört düzeyi hakkında söyleyecek çok şey var. Yılanı, jaguarı, sinekkuşunu ve kartalı tanıdıkça, özelliklerini araştırıp özümsedikçe, tıpkı biyomimikrinin doğayı örnek aldığı gibi biz de kendimize paylar biçebiliriz. En azından çaba harcayabiliriz. Şaman öğretileri bunu bin yıldır yapıyor. İnsan olmak için ne bekliyoruz? Biz doğanın bir parçasıyız. Biz doğanın ta kendisiyiz!