Geçen akşam TRT2’de konusuna bakarak izlemeye karar verdiğimiz YANG'DAN SONRA isimli film bana o kadar çok şey düşündürdü ki bunların bir kısmını not etmeye karar verdim. Film Kogonada tarafından yazılan, yönetilen ve düzenlenen 2021 Amerikan yapımı bilimkurgu drama filmi olarak kayıtlara geçmiş. Başrolde Colin Farell oynuyor. Bu tür bilimkurgu filmlerinden ve kitaplarından hoşlandığımı beni tanıyanlar da az çok bilirler. Tabi gerçekten bilimkurgu mu orası tartışılır. Ancak bizi Kogonada ile tanıştırması bakımından çok isabetli bir seçim oldu. Tekrar söyleme ihtiyacı duyuyorum. Buradaki amacım sanatsal ya da senaryo ve oyunculuklar açısından filmi değerlendirmek değil. Bana düşündürdüklerini ya da yaptığı çağrışımları not etmek istiyorum. Tabi bunu yaparken spoiler vereceğimi de unutmamak gerekiyor.
Filmdeki aile evlat edindikleri Çinli çocuklarının bakımı için kardeş android adı altında yapay zeka ile çalışan bir robot alıyorlar. Yine Çinli bir çehreye sahip olan bu robotun adı Yang. Robot aynı zamanda çocuğun tüm kültürel ve duygusal ihtiyaçlarını da karşılayabilecek kadar gelişmiş bir altyapıya sahip. Ancak çok kısa bir süre sonra arızalanıyor ve uykuya geçiyor. Baba, robotun arızasını gidermek üzere birkaç yere başvuruyor. Bu arada bu androide robot demek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Eski tabirle robot dendiği zaman, kendisine tanımlanmış işi kesik ve mekanik hareketlerle gören bir makine canlanıyor gözümüzün önünde. Ancak günümüzde yapay zeka ile çalışan android robotlar bir makinenin çok ötesinde verilerle çalışıyor ve bununla da kalmayıp bir insan gibi çapraşık birçok olaydan dersler çıkarıp öğreniyor. Zamanda ardışık, mekanda bitişik olan birçok durum ve olay yapay zekaya veri sağlıyor, öğrenmesine katkıda bulunuyor. Tüm androidler bir çehreye sahip olmayabiliyor. İnsan görünümlü olmayan birçok yapay zeka olduğunu ve bunların çeşitli alanlarda çalıştığını biliyoruz.
İşte insan görünümlü android Yang’ın arızasını gidermek üzere yola çıkan baba bir şekilde bu robotun belleğindeki anı kayıtlarına ulaşıyor ve onları izlemeye başlıyor. Robotun ilk evinde gördüğü sevgi ortamı onun yapay zekasının şekillenmesinde öyle etkili oluyor ki robot aşık bile oluyor. İşte tam bu noktada benim hayal gücüm devreye giriyor. Buradan sonra filmi anlatmayı bırakıp kendi kendime konuşmaya başlıyorum.
Dünyanın neresine gidersek gidelim, böyle sevgi dolu ortamlar o kadar az ve nadir ki bir robotun katıksız sevgiyi öğrenmesi mümkün mü? Halen savaşların, güç ve gövde gösterilerinin sürdüğü, iktidarı elde tutmak için her yola başvurduğu, bilgi kirliliğinin televizyon, sosyal medya ve daha birçok toplu iletişim araçlarında yayıldığı, dolandırıcılıkların her an özel alanlarımızda pusuda beklediği, kavga-haset-intikam gibi duyguların kol gezdiği, tahammülsüzlüğün başrolde olduğu günümüz dünyasında bu androidler sevgiyi kimden öğrenebilirler ki? Onları programlayacak olanlar, androidlerin programlarına hangi sevgi formüllerini adapte edecekler? Bu formülleri kimler biliyor da androidlere öğretecekler? Çocuklarımıza öğretemediğimiz sevgiyi androidlere mi öğreteceğiz?
Çocuk eğer sevgi ve saygı dolu bir ailede doğarsa, sevgiyi ve saygıyı öğrenebilir. O halde bir android de, bu filmde olduğu gibi, ancak sevgi dolu bir aile ortamında sevgiye dair bilgiler edinebilir. Bu güne kadar sevgiyi bir bilgi olarak kabul etmemiştik belki de. Sevgi pek çoğumuz için bir duygu olarak kabul edilir. Ancak bir bilgi olarak görüldüğünde öğrenilebilir olduğunu da söyleyebiliriz. Peki, o zaman insanlık neden bu bilgiyi öğrenmemek için direniyor? Erk ve güç kaybedeceğini mi düşünüyor? Ne kadar yanıldığını insanoğluna kim söyleyecek? Sevgi bir ütopya mı? Sevgi elde edilmesi imkansız bir bilgi mi?
Sevgi her yerde. Sevgi bir çiçekte, bulutta, yağmur damlasında, bir kedide, ağaçta, elmada, meleyen bir kuzuda, kelebekte, nemli toprakta, sallanan bir salıncakta, uçan kuşta, dağda bayırda, denizlerde, göllerde, hastaya şifa veren ellerde, toprakla buluşan tohumda, bir bardak suda, öpücükte, bir mesajda, burnumuza gelen hoş bir kokuda, müzikte ve gerçekten her yerde. Ona ulaşmak çok kolay. Sevginin nesnesi bizi kuşatan dış dünyada, ama daha da önemlisi kaynağı içimizde, yani öznesi biziz. Yeter ki onu arayıp bulmaya gönüllü olalım. Bunları bize hatırlatan nice şarkılar, türküler yazıldı. Biz her gün bu şarkıları, türküleri bir radyo programında ya da bir yerlerde duyuveriyoruz ve kendimizi eşlik ederken buluyoruz. Fakat çoğu zaman öznesi "ben" olan sevgiyi beslemeyi unutuyoruz.
Ben çok şanslıyım. Etrafımda çok sevdiğim ve beni seven insanlar, ailem ve arkadaşlarım var. Evet, şanslıyım. Ama bu şansımı değerlendirmek ve bana bahşedilmiş olan bu şansı iyi bir şekilde kullanmak benim seçtiğim bir yol. Bu yolu seçmemiş olabilirdim. Ama sevgi yolunu bir özne olarak ben seçtim. Öznenin en büyük özelliği yüklemi üstlenmesidir, yani eylemdir. Etrafımda olup biten pek çok kötülüğü görüyorum, farkındayım ve bilerek isteyerek ben diğer yolu seçiyorum: Sevgi yolunu. Bir kez sevgi yolunu seçtin mi artık diğer yollar devre dışı kalıyor. O yolda da çukurlar, çıkmazlar, aşılması zor dönemeçler var. Ancak içimde bana yol gösteren kılavuz, sevgi denen o bilgi ile kodlanmışsa diğer kötü yollar ekranımda gözükmüyor bile. Böylece ben de bir ütopyanın içinde yol alıyorum. Kendimce kendime yarattığım bir masal dünyasının içinde yüzüyorum. Bu gerçeklikten kopuş değil, gerçekliğin hangi görünümlerini seçtiğimle ilgili bir tercih. Bu dünyada yaşayacaksam böyle yaşamak istiyorum ve her yanımı sevgiyle açan çiçeklerle süsleyip rengarenk katmanlara dönüştürüyorum.
Biliyorum, filmi anlatıyordum. Birden kendimi anlatmaya başladım. Ama başta da söylemiştim. Niyetim filmin bana düşündürdüklerini not etmekti. Bunu da yaptım. Daha fazlası için filmi izleyiniz. Buraya kadar okuduysanız, sevgi yolumda bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim...
Hayat bir kumbaradır. O kumbarada ne hatıralar birikir, hergün... Ancak pek çoğu unutulur gider. Değersiz olduklarından değil. Ama yine de unutulurlar işte... Oysa ki, bizi biz yapanlar tam da o hatıralardır. Yaşanan değerli anları kalıcı kılmak ve onları sevdiklerimizle paylaşabilmek için sizce neler yapılabilir?