Geçen gün pazara filan gittim. Eve döndüğümde kapımda PTT’den gelen bir not yapıştırıldığını gördüm. Muhattap adı Taylin İ. diye biri. Sulh.Huk.Mah. diye de bir ibare var. Hayırdır inşallah!
Aldı beni bir düşünce... Kimdir bu Taylin? Sulh hukuk mahkemesiyle ne işim olur? Yanlış mı geldi? Yalnışsa eğer Taylin kim? Yok eğer bana geldiyse bu evraka bir an önce ulaşmak lazım... Filan derken güvenliği aradım. Dedim böyle böyle. Kimdir bu Taylin? Burada bu isimde biri yaşamıyor dedi güvenlik. Ee ne yapacağız öyleyse? Saat 16.00dan sonra muhtardan alınız diyor kağıtta. Tamam, şimdi geç oldu. Yarın gideyim muhtara da neymiş mesele anlayalım dedim. Evrak bana değil de Taylin denen kişiye aitse o da müşkül durumda kalmasın.
Çarşamba günü sevdiceğimle birlikte doğru muhtara... Durumu anlattım. Önce Taylin siz değilseniz boşverin dedi. Yok dedim, olmaz. Sizde kaydı varsa kim olduğunu bulalım da belki önemli bir evraktır. Kendisine haber verelim dedim. Peki dedi muhtar hanım. Açtı bilgisayarı. Buldu Taylin hanımın kayıtlarını. Telefonu var deyince, atladım. Arayın isterseniz dedim. Numarayı yazınca, telefonunda adı çıktı. Aa bu bizim Taylin, gümüşçü dedi. Görüşüp böyle bir evrak olduğunu, hayırsever bir komşunun -o ben oluyorum- gelen bildirim kağıdını getirdiğini filan anlattı. Neticede iş çözüldü. Esas hikaye şimdi başlıyor.
Muhtarın odası raflarca ve yığınlarca tasnif edilmemiş kitap dolu. Bu kitaplar ne dedim. Bunları getirip buraya bağışlıyorlar, ben de isteyenlere ödünç veriyorum dedi. Ataşehir halkının bundan tam olarak haberi yok. Üstelik alan bazen geri getiriyor bazen getirmiyor. Artık geri getirenleri tanıyorum, onlara istedikleri kadar veriyorum; getirmeyecek olanlara seçici davranıyorum dedi. E bu kadar kitabın arasında neyin nerede olduğunu nasıl bulursunuz ki filan derken, aklıma bu kitapları bilgisayar ortamına aktarıp kayıt tutma fikri geldi. Üzerine biraz konuştuk. Bu arada laf lafı açtı. Eski muhtardan evrakları devralırken Ataşehir’in Emlak Bankası zamanındaki ilk inşaat fotoğraflarının slaytları da eline geçmiş. Bunun üzerine muhtar Leyla Yeşim Saylan hanım kendi imkanlarıyla Ataşehir’in kuruluş tarihini anlatan bir kitapçık bastırmış. O anlatırken aklıma önce Kelebek Mobilya’da Ataşehir ikinci etaplardaki mutfak, banyo, gömme dolap montajlarını takip ettiğim günler, sonra da mimarlık fakültesinde Ataşehir toplu konut projesi için dizimize kadar çizme giyip balçıkların içinde traktörlerin tepesinde yaptığımız tespitler geldi. Anlattım.
Velhasıl yarım saat kadar sohbet ettikten sonra eve döndük. Öyle mi yapsak, böyle mi yapsak derken tablete ücretsiz “Benim Kütüphanem” uygulamasını indirdik, evdeki kitaplarla birkaç deneme yaptıktan sonra güzel bir uygulama olduğuna kanaat getirdikten sonra Cuma günü soluğu muhtarda aldık. Tabi şaşırdı kadın. Önce bir kahve ikram edeyim dedi. Biz uygulamayı anlatıp hemen işe girişince kahve mahve yalan oldu. Kitaplar bir güzel, bir keyifli... Her gördüğümüz kitaba “aa bu da varmış, aa bu da güzel” diye diye 1 saatte 95 tane kitabı adıyla, yazarıyla, yayınevi ve sayfa sayısıyla, hatta kapaklarıyla kaydettik.
Biz kitapları kaydederken bir hanım ve bir bey kitap ödünç almaya geldiler. Michel Ende’nin Momo adlı kitabını aldılar. Muhtar hanım bizi takdim edince sohbet başladı. Bu kadar kitabı nasıl kaydedeceksiniz şeklinde caydırma operasyonu düzenledilerse de yılmadan işimize devam ettik. Muhtar hanım o bir saatin içinde bize baktıkça düşündü durdu ve sonunda belediyeden kitaplar için konteyner istemeye karar verdi.
Uzun vadede ne olur bilmiyorum, fakat bizim için kitaplarla ve sürprizlerle dolu eğlenceli ve hoş bir aktivite oldu. İmkan olursa sürdürmeyi çok isteriz. Oradan çıkarken kayda aldıklarımızdan üç kitapla eve döndük. Bir dahaki gidişimizde geri götürüp yenilerini alabilme olanağımız doğdu. Evrenin ne için olduğunu bilmediğim bu sürprizlerine bayılıyorum. Her birini ucundan yakalayıp izini sürmek benim için zevkli bir oyun. Bakalım neler olacak?!
1 yorum:
❤️
Yorum Gönder