29 Mart 2023 Çarşamba

LİMUZİN

 

Çoook uzun zaman oldu ve ben seni özledim…

Yazmak, anlatmak, paylaşmak istedim.

LİMUZİN

Onsekiz, bilemedin ondokuz yaşındaydım. İtalyan Lisesinin ve onun bende bıraktığı başarısızlık hissinin geride kaldığı yıllardı. Kazanacağıma dair kimsenin umudu olmadığı halde kazanmayı başardığım mimarlık fakültesinin bilmem kaçıncı sınıfında büro stajı dönemim yaklaşıyordu. Bir yandan da İtalyancamı unutmamak için, çekirdekten yetiştiğim baba mesleği olan rehberliği 16 yaşımdan beri sürdürüyordum. Paskalya’da, Noel’de ve yaz aylarında İtalyanlarla hem İstanbul’u geziyordum, hem güzel insanlarla keyifli sohbetler ediyordum, hem de lisede edindiğim bu lisanı pekiştiriyordum. İşte o günlerden birinde Hilton otelinden bir karı-koca ile klasik şehir turuna çıktık. Birlikte güzel bir gün geçirdik. Ertesi gün de müsait olup olmadığımı sordular. Maalesef değildim, başka bir turum vardı. Babamı aradım ve ona sordum. Babam müsaitti. O gün de boğaz turu yapacaklardı. Tabi aynı zamanda bol bol beni çekiştirmişler. Sicilya’da yaşayan bu çifte babam benim mimarlık ofisinde büro stajımın olduğunu, tanıdık birileri varsa oralarda bu stajı yapabileceğimi filan söylemiş. Onlar da gelsin, ayarlarız demişler. Şimdi arayı atlıyorum ve hoooop Sicilya’ya gidiyorum…

Palermo havaalanından beni karşılayacaklarını biliyorum. Ama nasıl, kim gelecek, ayrıntısını bilmiyorum. Bağajımı banttan alarak dışarıya doğru yürüyorum. Gümrük kapısından çıktıktan sonra üzerinde adım yazan bir kağıtla karşılaşıyorum. Kağıdı elinde tutan takım elbiseli bir beyefendi, kendisini tanımıyorum. Valizi benden alıyor ve kendi taşımaya başlıyor. Malum o zamanlar tekerlekli valizler henüz kullanımda değil. Dışarı çıkıyoruz, sağa dönüyoruz ve arabaya doğru bir miktar yürüyoruz. Mevsim yaz. Hava sıcak. Güneş yakıcı.

O yıllarda babamın mavi bir Renault Broadway arabası var. Ama benim kullanmamı pek istemiyor. Onun yerine bana bir teklifi var. Sen dört tekerleğin parasını biriktir, ben üstünü tamamlayıp sana araba alacağım diyor. Ben de rehberlikten kazandığım üç beş kuruştan dört tekerleğin parasını çıkarıyorum, gidip minik Serçe’yi alıyoruz. Yani benim bildiğim, alışık olduğum arabalar bunlar: Broadway, Serçe filan.

Palermo havaalanında da yanımda şoför, elinde valizim yürürken bu arabaların İtalyan karşılığı olan bir Fiat’a doğru gittiğimizi sanıyorum. Ya da doğal olarak bunu bekliyorum. Ve şoför duruyor. Ve bana arabanın kapısını açıyor. Açıyor açmasına da, bir yanlışlık olmalı! Kapısını açtığı araç siyah bir Limuzin.

Yahu nasıl olur?

Niye?

Neden beni almaya bir Limuzin gelir ki?

Saniyenin bilmem kaçta kaçında kafamın içinde oluşan fırtınalar beynimin bütün tozunu attırıyor. Beynimde o an oluşan çatlaklar halen varlığını sürdürüyor. Güleyim mi ağlayayım mı kestiremiyorum. Mecbur o Limuzin’e biniyorum. Nereye oturacağımı biri bana söylese keşke, ama kendim karar vermek zorundayım. Filmlerden edindiğim tecrübeye göre arka koltuğa atıyorum kendimi. Valizim nerede bilmiyorum. Umurumda da olduğunu sanmıyorum. Arkamdan kapı kapanıyor. Zindanda üzerine kapanan ağır bir demir kapı gibi…

Limuzin yavaşça yola çıkıyor. Ben arka pencereden dışarıya bakıyorum. İçerisi loş, güneşin ışıklarını penceredeki film tabakası kesiyor. O film tabakası sayesinde içerisi de görünmüyor. Buna çok seviniyorum. İyi ki beni görmüyorlar diye düşünüyorum. Utancımla tek başıma olmak biraz teselli ediyor. Şoför tek tanığım, tek suç ortağım; ama onunla da aramda bir bölme var. Bir otobüs durağının yakınından geçiyoruz. İnsanlar güneşin altında bekleşiyor. İşte diyorum, heyecanlanıyorum. İşte, ben orada olmalıyım. Ben şu an otobüs bekliyor olmalıydım. Bu Limuzin benim bulunmam gereken yer değil. Ya da şoförü durdursam, otobüs durağındakileri arabaya doldursam, herkesi gideceği yere bıraksam utancım biraz azalır mı? Düşüncelerimle boğuşurken oradan uzaklaşıyoruz. O Limuzin’de ne kadar zaman geçirdiğimi hatırlamıyorum, çünkü zaman algımı tamamen yitirmiştim. Bugün hala canlı canlı hatırladığım şey ise o gün yaşadığım mahcubiyet ve yabancılaşma. Neyse ki sağ salim beni Palermo'nun merkezinde Antica Pasticceria Mazzara'nın önünde indiriyor.

Bu ilginç deneyim bana çok şey kattı. Geriye dönüp dönüp baştan sorguladığım, bugünkü ‘ben’i kıyasladığım, insanlara anlattığımda aldığım tepkilerden çok şey öğrendiğim bir hikayem bu. Ne ilginç ki 52 küsur yaşımda yine bir Limuzin’le karşı karşıyayım. Bu defaki, metaforik bir Limuzin. Sürücüsü öz benliğim olan beyaz ışıltılı bir Limuzin. Ben yine arka koltukta aynı yerde oturuyorum. Fakat bu kez korkularımdan, mahcubiyetimden arınmış olarak sırtımı arkama yaslıyorum. Yolun tadını çıkarmaya niyet ediyorum. Şoförümü artık epeyce tanıyorum ve kendimi ona teslim etmekte hiçbir mahsur görmüyorum. Zaten kaporta sağlam… Bu asil aracı kullanmak elbette maharet ister, ama şoförüm oldukça deneyimli. Bu yolculuk sırasında arada bir kırmızı ışıklarda duracağız, bazen çukurlarda sarsılacağız. Kötü yollardan geçersek lastiğimiz sönebilir: durup lastiği değiştirip tekrar yola koyulacağız. Benzinimiz azalabilir ya da ihtiyaç molası vermemiz gerekebilir. Sürücüm nerede ne yapacağını biliyor. En çok da hangi manzaraların seyrine doyum olmayacağını… Seyir noktalarında durup keyifli zamanlar geçiriyoruz. Velhasıl yolda olmak çok güzel.

İlk olarak onsekiz yaşlarında deneyimlediğim bu Limuzin yolculuğuna şimdi tekrar çıktım. Fakat bu kez mahcubiyetin yerini heves ve heyecan aldı. Hikayemi yaşamama olanak veren ve beni bu deneyimlerden geçirerek olgunlaşmamı sağlayan evrenin her "nötrino"suna teşekkür ederim…

Hiç yorum yok: