4 Aralık 2017 Pazartesi

Mozart ile uyanmak...

Günaydın...

Bu sabah, güne uyandığımda niyetimde Mozart'ı yazmak var. Lisa'yı okula göndermek üzere kahvaltı hazırlarken bir yandan da Mozart'ı düşünüyorum. Yazarken ne dinlesem diye soruyorum kendime. Sabah sabah opera kaldıramayacağım kesin. Aklıma çocuk Mozart'ın küçücük parmaklarının değdiği klavsen geliyor. Tamam. Güzel bir sonat bulalım o zaman diyorum.
...
Goo... Günaydın Goo... Seninle karşılıklı nescafe içmek ne güzel! Bana güzel bir sonat bulsana n'olur :)
...
Karşıma ilk çıkan sonatı dinlemeye başlıyorum: 331 no.lu piyano sonatı...


Nerede kalmıştık?

Uçakta program yapacağım demiştim :) Demiştim ama... Yapmadım. Aklım bir yandan Montano Hastalığı'nda. Yeni okumaya başlayacağım. Merak ediyorum. Ben en iyisi kitap okuyayım deyip çıkarıyorum kitabı ve uçuş boyunca okuyorum. Salzburg'a indiğimizde 40-45 sayfa kadar okumuş olduğumu görüyorum. Başta yaptığım hesaba göre kitabı pazar günkü toplantıya yetiştirmem için her gün 50 sayfa okumalıyım. O zaman akşama tamamlayacağım gerisini diyorum. Ve Salzburg'a ayak basıyorum.
...
Saat sabah 8 küsur. Önce 72 saatlik Salzburgcard alıyoruz. Her yerde geçerli. Otobüs, füniküler, müze... Her yerde! Ve 10 numaralı otobüse biniyoruz. Kart montumun sağ cebinde... Gururla taşıyorum. Sanırsın cebimdeki Salzburg'un tapusu! Vallahi öyle. Keyfim yerinde. Eve gidip valizleri bırakacağız. Elimde kapının şifresi var. Ama erken gideceğiz. Olsun, buluruz elbet bırakacak bir yer deyip varıyoruz eve. Şansa ev hazır olduğu için valizleri eve bırakıyoruz, ama şifre saat 15'ten sonra aktif olacak. Yani o saatten önce bir daha içeri giremeyiz. Girmek isteyen kim?!
...
Uçakta plan yapmadığım için nereden başlayacağımızı bilmiyorum. Evde birinci parkuru okumaya başlıyorum. Biraz okuyunca şehrin üç bölümde gezilmesi gerektiğine ve ilk olarak eski şehirden başlayacağımıza karar veriyorum. Peki önce bir kahve filan içsek? Hem biraz daha okusak, program yapsak?
Eski şehrin merkezine doğru yürüyüp en beğendiğimiz yerde oturuyoruz. Sonradan öğreniyoruz tarihin bir parçasının içine girdiğimizi... Café Tomaselli Mozart ailesinin sık sık gittiği bir mekân! En çok da gazetelerin ahşap tutacaklarla asılı olduğu askıyı inceliyorum. Üst kattaki mutfaktan gelen tereyağlı kokular bana Lisa'yı düşündürüyor. Avuçlarımı açıp biraz o kokudan toplasam, ona götürsem diye düşünüyorum. Bir fincan melange azıcık içimi yumuşatıyor. Hadi biraz da pisboğazlık derken bir tabak apfelstrudel'i paylaşıyoruz. Ve Mozart'ın doğduğu eve doğru yürümeye başlıyoruz. Google maps bizi Getreidegasse 9 numaraya doğru götürüyor. İşte orası...




Muhteşem! Mozart'ın doğduğu evin önündeyim. Yukarılara bakıyorum... İnceliyorum... İçeri girmek istiyorum. Gişeyi arıyorum. Salzburgcardlarımızı veriyoruz. Gişedeki kadın tapunun bizde olduğunu onaylar gibi geri veriyor kartları ve akıllı telefonlarımızdan müze aplikasyonuna nasıl bağlanacağımızı anlatıyor. Doğduğu daire aslında üçüncü kattaymış filan falan. Daha yukarılara çıkmadan heyecanlıyım. Baksana yaa... Mozart'ın tek tek bastığı basamaklar bunlar... Belki annesinin elini tutuyordu, belki babasının... belki kucakta çıktı defalarca... ya da bir defasında takılıp düşmüştü... belki birkaç kez basamaklara oturmuştu... ne bileyim, bu hayallerle bir kaç fotoğraf çekiyorum daha yukarı bile çıkmadan.




Basamakların heyecanını atlattıktan sonra eve giriyorum. Görevli beni uyarıyor. İçeride fotoğraf çekmek yasak! Neee??? Delirmiş bunlar diye çığlıklar yükseliyor içimden. Söylene söylene ilk adımları atmaya başladığımda -içimden yükselen çığlıkları duymuş olacak ki- görevli kulağıma doğru eğiliyor ve şöyle diyor: Kural bu! Söylemek zorundayım, ama sen çaktırmadan bir iki tane çek. Öteki görevliler benden daha sıkı, çekerken onlara gözükme diyor. Ben buluyorum bu insanları, biliyorum. Park yeri bulmanın imkansız gibi gözüktüğü her yerde şıp diye park yeri bulduğum gibi :) Şımarıklık yapmadan bir -tek- tane çekiyorum: O da dünyaya geldiği odada.




Kayıtlara göre Mozart 27 Ocak 1756'da saat 20.00'de bu odada dünyaya gelmiş. Anladığım kadarıyla babası müthiş bir adam. Leopold... Ne güzel bir isim. Mozart'ın yeteneğini ortaya çıkaran kişidir babası. Annesi Anna Maria bu odada yedi çocuk dünyaya getirdi. Sadece iki tanesi bir yaşını aşabildi: Ablası Maria Anna ve Wolfgang Amadeus. Ablası babasından piyano dersleri alırken Wolfgang'ın ilgisini farkeden Leopold, Wolfgang ile de piyano çalışmaya başladı. Wolfgang 5 yaşına geldiğinde hem piyano hem keman çalıyordu. Vitrinde duran keman onun ilk kemanı. Odada yine bir piyano sonatı çalıyor: KV 488. Ben de evde yazarken onu dinlemeye başlıyorum. Mutlu bir çocuk olsa gerek diye düşünüyorum. Odada Mozart'ın saçından bir tutam görüyorum. Biraz tuhaf oluyorum. Öteki odalarda annesinden, babasından ve ablasından kalma pek çok hatıra... Ablasının adının annesinin adı ile benzerliğini yeni farkediyorum. Geri dönüp inceliyorum, görevliye soruyorum. Doğru diyor. Biri Anna Maria, diğeri Maria Anna :) ne komik! Görevli de gülüyor. İsim konusunda pek yaratıcı değillermiş diyor. Ve ben -şimdi- bu detayları hatırlayabildiğim için seviniyorum.
Her şeyi yazmak istiyorum ama ne mümkün. Saatler sürer. Müzenin aplikasyonunu telefonumdan silmeye kıyamıyorum. Eve gelince tekrar tekrar okuyorum. Buraya da koymak istiyorum. Beceremiyorum.
Gerisini de yazmak istiyorum ama dedim ya saatler sürer. Öğlen Noel tezgahlarındaki satıcılardan bir şeyler atıştırıyoruz ve eski şehrin sokaklarında dolaşıp duruyoruz. Her detay bizim için önemli. Duruyoruz, bakıyoruz, konuşuyoruz, inceliyoruz... Ve devam ediyoruz. Tabi ki çok yoruluyoruz. Velhasıl akşamı zor ediyoruz. Listeye bakıp restoran seçiyoruz: Triangel'da karar kılıyoruz. Goo bizi götürüyor. Götürüyor da götürmesine... Triangel kapalı! Tüh! Birkaç dükkan ötede yine güzel bir yer buluyoruz ve giriyoruz.
Garsonun tavsiyesiyle sipariş veriyoruz. Yanında bira... Yemekler geliyor. Benim tabak eh! Ama yiyorum. Etten ve üzerindeki garnitürden yiyorum, pek bir keyif almıyorum. Yanında tel şehriye gibi rendelenmiş bir şeyler var. Bir çatal da bunun tadına bakayım diyorum ve çatalı ağzıma atıyorum............................... o beyaz şey aşağı inmemeli demem an sürüyor ama çok geç! birazı genzime kaçıyor gerisini tükürmeyi başarıyorum.......... ve ölüyorum! nefes alamıyorum......... öksürüyorum....... bu ne diyorum.... sanki ne olduğunu bilsem kurtulacağım............ Istanbul'daki evime dönebilecek miyim diye sorular sorarken biraz soluk alır gibiyim..... öksürüyorum..... herkes bana bakıyor.... garson dahil.... zencefil biraz yakar ama bütün mikropları temizler diyor....... inanamıyorum! Bir bardak su bile vermiyor, en çok ona takılıyorum. Zaten beğenmediğim yemeğim piç oluyor.
Ve gün bitiyor...
Okunması gereken 50 sayfa da...


Hiç yorum yok: