5 Aralık 2017 Salı

Neşeli günler başlıyor...


07:45            (   a   l   a   r   m         ç   a   l   ı   y   o   r   )


Aman Tanrım! Dün akşam ki zencefil vurgunundan sonra hâlâ hayattayım...


Gözümü açtığımda zihnimde beliren ilk düşünce bu oluyor. Şükürler olsun, ucuz kurtardım! E güzel :) o zaman "yaşamaya devam" deyip hazırlıklara geçiyoruz. Tabi dün Mozart'ın heyecanıyla not etmeyi unutmuşum. Neşeli Günler yani Sound of Music turuna yer ayırtmıştık. Bizim eve bıraktıkları haritanın kenarında Panorama Tour'un düzenlediği turun ilanı varmış. Meğer turunu bile yapmışlar yahu! Görünce epey heyecanlanmıştık. Bak arayalım soralım filan derken, bir de baktık yazılmışız.. Kahvaltıyı bir önceki gün Spar'dan aldıklarımızla evde hallediyoruz ve sekiz buçukta vınn... Nehrin öbür tarafında yani yeni şehirde bulunan Mirabelplatz'dan kalkacak otobüs demişlerdi. Bi gidiyoruz ki, turun başlamasına 25 dakika olmasına rağmen koca otobüs fulllll!!! Amma meraklısı varmış Sound of Music filminin! Her milletten insan var otobüste. Üstelik hepsi üçer beşer kez falan izlemiş. Bi karacahil biz :P




Aman, iyi ki filmi izleyip gitmişiz...

Neyse uzatmayalım, ben böyle bir tur görmedim! Yaklaşık dört buçuk saat sürüyor. Her dakikasına helal olsun. Aslen Portekizli olan rehberimiz Ana'dan, turu dizayn edenlere, otobüste gösterdikleri videolara kadar inanılmaz... Ana öyle muhteşem ki tüm replikleri ezbere biliyor ve değme tiyatroculara taş çıkartıyor. Neler neler anlatıyor. Ne kadarı orada çekildi, ne kadarı Hollywood setlerinde filme alındı, Julie Andrews çekimler süresince nerede konakladı, bazı sahneler kaç kez ve nasıl çekildi gibi gibi gibi...

Buraya bir kaç örnek koymak istiyorum. Şöyle ki: Önce filmden bir pasaj, sonra da tam o noktada benim çektiğim bir ya da birkaç fotoğraf.


 
 
 


Bu sahne gerçekten Leopoldskron gölünde -nisan ayında- tam beş kez çekilmiş. Çekimi zor bir sahne olmuş. Sonunda tüm çekimlerden azar azar parçalarla montaj yapılarak tamamlanmak zorunda kalınmış.







 
Bu sahnenin ise bir kısmı Mirabel Sarayı'nın bahçesinde çekilmiş. Tabi ki filmin çekildiği mevsimde doğa daha canlı ve tüm bahçe film ekibine ait, yani fotoğraflardaki görüntü kirliliği ya da yavanlık filmde yok. Tam tersine, çıtır çıtır bir film.Ne yapalım, bu defalık idare ediyoruz, sineye çekiyoruz.
 
 

 
Turun iki-iki buçuk saati geçtiğinde "yahu görülecek ne kaldı ki geriye" diyorum. Öyle dolu dolu gezdik ki! Ama kalmış işte. Otobüs bizi alıyor, taaa Mondsee'ye kadar götürüyor. Biz de uyanığız ya, diyoruz ki aramızda: tur bitti aslında, bunlar biraz da civarı, tepeleri gezdiriyorlar otobüsle diyoruz. Halbuki öyle değil tabi. Meğer filmde evlendikleri kilise Mondsee'deymiş. Şehirdeki çan kulesi gözüken kilise çekimler için karanlık ve sıkışık gelmiş, burası daha aydınlık, ferahmış. Doğru vallahi! Görünce hak verdim.
 
Rehber biraz da espri katıyor anlattıklarına. Hikaye şöyle: Mondsee kilisesinin rahibine soruyorlar nikah kıyma sahnesinde rol alır mı diye. O da kabul ediyor. Ve nikahı kıyıyor. Bizim rehber de bu durumda bize soruyor: Bu durumda Julie Andrews ile Cristopher Plummer Tanrı huzurunda gerçekten evlenmiş olmuyorlar mı?
 
Daha bir sürü sahne ve o mekanlarda çekilmiş fotoğraf var, ama hepsini tek tek eşleştirmeye ne zaman ne de sabır var.
 
Tur bittiğinde bu turu almakla muhteşem bir iş yapmış olmanın hazzı da bize katılıyor ve mutlu mesut yeni şehri geziyoruz. Yeni şehir dediysek öyle plazalar filan yok, ama eski şehirden bile daha güzel. Nitekim Mozart ailesi de vakt-î zamanında bizim gibi şehrin yeni bölgesinin daha cazip olduğunu düşünmüş ve 25 yıl o tek yatak odalı küçük evde yaşadıktan sonra artık Linzergasse'deki geniş ve ferah eve geçmişler.
 
Oranın da tapusu bizde olduğuna göre, elbette orası da gezilecek. Fakat birader, yorulduk, acıktık. Bir nefes alalım, azıcık dinlenelim diye köşedeki cafeye giriyoruz. Tek isteğim güzel bir çorba, goulash çorba... Nasıl güzel geldi o çorba: ilaç, ilaç! Camın önünde büyük bir sepet içinde duran Atatürk çiçekleri dikkatimi çekiyor. Ben bunlardan da öreyim, çok güzeller diyorum ve tabi düşünüyorum: Bu bitkiye niye Atatürk çiçeği demişler ki? Çiçek desen çiçek değil, Noel bitkisinin Atatürk'le ne alakası var? Aklıma Kasımpatları geliyor, ama onlar hep 10 Kasım'ı çağrıştırdığı için hüzün veriyor. Belki de Atatürk bu bitkiyi çok severdi, eğer öyleyse sevmekte çok haklı, ben de seviyorum, gerçekten çok güzeller diyorum. Sepet içindeki bitkilere bir de camın dışından bakıyorum ve Mozart ile ikinci randevumuza doğru yola koyuluyoruz...

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Sakın yazmayı bırakma Saracığım ,heyecanla takipteyim.